Biz Müslümanlar, her konuşmaya, Allah’a (cc) şükrederek ve son Peygamberimiz olan Muhammed (as), ailesine ve ashaplarına sallallahu aleyhi ve selam ederek başlarız.
Yirmi birinci yüzyılda yaşayan her Müslüman gibi ben de prensipte ve ‘terörizm destekleyicisi olarak’ suçlanmamak adına, her kim bunu yaptıysa ve arkasında her kim varsa, Charlie Hebdo dergisine yapılan terör saldırısını kınıyorum. Hangi yönden bakılırsa bakılsın, Paris’teki saldırı kanlı bir saldırı olduğu kesindir. Ancak bu saldırı bir terörizm saldırısı olarak nitelendirilebilir mi? Bu konu tartışmaya açıktır. Bir eylemin terörizm olarak nitelendirilebilmesi için bilinen uluslararası görüşe göre eylemin, belli hedeflere ulaşabilmek adına bir toplumun üyesi olan tanımadık bireylere karşı korku (terör) yaymak niyetiyle belli bir örgüt veya devlet teşkilatı tarafından gerçekleşmiş olması gerekmektedir. Bu demek oluyor ki bireyin belli bir teşkilata veya devlet strüktürüne karşı yaptığı eylem, terör eylemi olarak nitelendirilemez. Böyle bir eylem, ‘suikast, yok etme veya başka bir suç eylemi’ olarak tanımlanabilir. Teşkilatların ve kuruluşların arasındaki saldırı eylemleri bu şekilde nitelendirilir. Öte yandan devletler veya milletler arası saldırılar ise ‘savaş’ olarak adlandırılır. Bir olayın suikast olarak sınıflandırılması, (söz konusu birey veya grup da olsa) bir ülkenin ve failin iç sorunudur.
Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırıya tek taraflı bakılamaz. Sebeplerinin ve sonuçlarının, siyah-beyaz veya düz bir algı için oldukça karışık olmasından dolayı söz konusu saldırıya birçok açıdan bakmak gerekir.
Bu olayın sonucu, on iki kişinin hayatını yitirdiği gaddar bir saldırı eylemi olmasına rağmen, konuyla ilgili diğer faktörleri ve suikast veya terör saldırısı ihtimallerini yok sayarak, sadece fanatik bir terörizm olarak düşünmek çok safça olurdu. Bundan dolayı Charlie Hebdo dergisine yapılan saldırıya bu olay için önemli olan birçok açıdan bakmak lazım ki yakın geçmişte Paris’te gerçekleşen olay az da olsa aydınlansın.
İslam ve şiddet
İslam gibi, şiddeti bu kadar katı suçlayan hiçbir din veya dünyaya bakış açısı yoktur. İslam’ın şiddete karşı tavrı birçok ayet ve hadisle belirlenmiştir. Diğerlerin yanı sıra Kur’an-i Kerim’de şöyle yazar: “Kim bir kişiyi, bir kişi karşılığında olmaksızın veya yeryüzünde bir fesata karşılık olmaksızın öldürürse muhakkak ki o bütün insanları öldürmüş gibidir. Kim de (bir kişinin hayatını kurtarmak suretiyle) yaşatırsa bütün insanları yaşatmış gibi olur.” (El-Maide, 32)
Bu, Allah’ın orijinal sözünün mesajıdır ve ona inanmayan Müslüman değildir. Biz Müslümanlar, bu değeri kalbimizde ve zihnimizde saklayıp tüm davranışlarımızda onu yerine getiririz. Bundan sonra kim İslamiyet’i terörizm veya şiddetin herhangi başka şekli ile suçlayabilir?!
Bundan dolayı siz, İslam’a ve Müslümanlara hakaret etmek istemeyenler, siyasetçi, gazeteci veya analist olun, terörizmi İslamiyet’le bağdaştırmaktan sakının. İslam terörizmi, radikal İslam, cihatçılık ve benzer kavramları kullanmayınız. Terörizm, radikalizm, fanatizm, aşırıcılık (ekstremizim) ve buna benzerleri demeniz yeterlidir.
İslami (şeriat) kanuna göre şiddet, çok hassas belirlenmiş kurallara göre yasal ve meşru mahkemenin geçerli hükmüyle, savaşta ve savunmada kullanılabilir.
İfade özgürlüğü veya nefret konuşması
Charlie Hebdo ve ona benzer dergilerin dine karşı olan karikatürleri, batı uygarlığının, konuşma ve medya özgürlüğü olarak tanımlanan ve sözde en değerli miraslarından biriyle aklanmaktadır. Hürriyetin, bir var oluş biçimi ve insanoğlunun en büyük değerlerinden biri olduğundan şüphe yoktur. Aynı zamanda bazıların prensipli ve prensipsiz bir şekilde sınırlandırılmamış hürriyeti, ister istemez hürriyetin temel ilahi prensiplerinin yok edilmesine ve buna uygun olarak diğer kişileri hürriyetten ve haklarından mahrum bırakmasına yol açmakta olduğu da inkâr edilemez. Bundan dolayı batılı hak teorisyenleri, bir insanın hürriyetinin diğer insanın hürriyetinin sınırına kadar uzandığı hakkında anlaşmışlardır ki bu, İslam için insanlar arası ilişkilerinin düzenlendiği sadece düzenlemelerden biri olarak kabul edilir. İslam’a göre hürriyet, sınır yasağından gerçek ve ilke olarak açık ortama doğru uzanmakta ki bu, gerçek insanlık oluşturmakta ve olası üç ilişki yönünün her biri için sorumlulukta yansımaktadır: Allah’la ilişki, kendiyle ilişki ve diğerlerle ilişki. Böyle bir görüş, sadece adalet sisteminde kabul edilebilir. Çünkü bir tüm oluşturmakta ve bu demek oluyor ki bir ilişki ikilisinin ihlaliyle kesin olarak diğer iki ilişki ikilisinin de ihlali gerçekleşir ki vurgulamak gerekir ki Allah’la ilişkiler için sadece Allah’ın önünde hesap verilir. Kendiyle ilişki için kendi ve Allah’ın önünde, diğerlerle ilişki içinse insan adaleti, kendi ve tabii ki Allah’ın önünde hesap verilir. Böyle adalet aracı, bir insanın içinde sorumluluğu bireysel kılar ve düşündüğü, diğerlerin önünde söylediği ve yaptığı her şey konusunda aynı katılıkla dikkat etmesi gerektiğini gösterir. Aynı ilkeye göre hiç kimsenin başkasının sorumluluğunu üstlenemeyeceğine veya da kendi sorumluluğunu bir başkasına yükleyemeyeceğine kanaat getirilebilir.
Bundan dolayı sınırsız ve ilke olarak belirlenmiş sınırsız hürriyet, adalet görüşünde sapmaya ve yanlış sosyal düzenlemeye ve böylece genel anarşiye ve düzensizliğe yol açmaktadır. Böyle kıskanılmaya değmez durumda olmamamız ve insanlar arasında armoninin ve dengenin sürdürülmesi adına gelişmiş toplum, hürriyetin sınırlarını ve kurallarını düzenleyen kanunlarla düzenlenmektedir.
Her toplumun kendine özgü sembolleri ve değerleri, onların uygulanması için hassas şekli vardır. Aksi halde böyle bir toplum, öngörülmez davranışlı, basit insan topluluğu olarak kabul edilirdi. Bugünkü jeopolitik sistem ve dünyada sınır paylaşımı, çok etnikli ve çok kültürlü bir gerçekte eşsizdir. Bu, bir arada yaşama konusunda geniş anlaşmanın gerçekleşebilmesi için insanın sorumluluğunu mecbur kılmaktadır. Avrupa ülkelerinin birçoğu, bireylerin veya toplumun kutsal değerlerine hakaret etmeyi yasaklayarak kutsal değerlere hakaret kavramını kanunla düzenler. Bu sorunun kanunlarla düzenlenmediği yerlerde ifade özgürlüğünün sonlandığı ve nefret konuşmasının başladığı noktayı belirlemek zordur. Ancak nefrete yol açan hiçbir şeyin konuşma veya ifade özgürlüğünün mirası olarak algılanamaması kesindir.
Medyanın rolü
Medya çalışmasının ana kodekslerinden biri, medyanın olay veya haber yaratamamasıdır. Bu, uluslararası bazında kabul edilmiş bir prensiptir. Aksi halde böyle bir medyanın eyleminin karşısında hiçbir sistem dayanamazdı. Medyanın ilk ve son rolü, kamuoyunu olayla ilgili tarafsız bilgilendirmektir. Belli bir olaya farklı bakış açları var ise haber olsun, analitik olsun, medya, bakış açılarının tümünü göstermek zorundadır. Her ne olursa olsun bilgilendirmede veya olay ya da oluşuma analitik analizde objektiflik, bir medyanın etik ve profesyonel kalitesinin ana göstergesidir. Charlie Hebdo dergisinin bilgilendirmediği ve objektif analize etmediği, aksine haberlerle olayları yarattığı, daha doğrusu trajik sonuçları olan bu talihsiz olayı da yarattığı hiç şüphesizdir.
İlk sevinen
Her suç eyleminin araştırmasında ilk adım, ‘bu suç eylemi kimin çıkarı için önemlidir?’ sorusuna cevap aramaktır. Bu sorunun cevabıyla bu suçun sebebi ve sonrasında kanuna aykırı eylemin suçlusu tespit edilir.
Paris’teki korkunç olayla ilgili dünyada haber çıktığında Müslümanların, özellikle yüksek sorumluluk sahibi olan aklı başındaki Müslümanların kesinlikle sevinmediklerinden eminimdir. İsrail başbakanı, Benjamin Netanyahu’nun söyledikleri sevince benziyordu. Korkunç suç eylemini suçlayarak tüm uygar dünyayı İsrail ve Avrupa’da terör yayan gerici kuvvetlere karşı çıkmaya çağırdı. Bu Netanyahu’nun başkasına ve kendinden farklı olanlara linç davetiyle tekabül olmayan bazı büyük siyasi kararlar dizisiyle ve önemli devletlerin liderlerinin davranışlarıyla, Paris’teki terör eyleminin sebebini belki kısmen anlayabiliriz. Bununla ilgili yakın geçmişte Fransa parlamentosunun Filistin Devletinin tanınmasına önerisini kabul ettiğini unutmak çok safça olur. Bunun bu saldırıyla alakası olmayabilir, ama göz arda edilemez.
Saldırıdan sadece bir ay önce tanıdık Yahudi Rothschild ailesinin mülkiyetine geçen Charlie Hebdo dergisinin, Hristiyan ve Müslüman değerleri ve otoriteleriyle çok sık alay etmesi ve diğer tarafta ki bu da biz Müslümanlar için sonuna kadar hakaret olurdu, Yahudi değerleriyle, özellikle peygamber Musa’yla hiç alay etmemesi tesadüf mü?
Bu saldırının, başbakan Merkel’in Dresden ve Almanya’nın başka bölgelerinde sağ görüşlü örgütlerin Müslümanlara ve diğer yabancılara karşı toplanmalarını en ağır sözcüklerle adlandırılmasının sadece birkaç hafta sonra meydana gelmesi tesadüf mü? Avrupa’da siyasi ideolojilerin amacını yittirdikleri besbelli ki Berlin duvarının yıkılmasından sonra ciddi rakipleri olmadan bile kendi görüşlerinin aşılmasında faaliyet kapasitesini olumsuz etkilemektedir.
Bu saldırının bütün bunlarla ne derecede bağlantılı olabileceği sorusunun cevabını büyük olasılıkla gelecek dönemlerde göreceğiz.
Gerçekten neler yaşandı
Batı’da siyasi gücü merkezlerinin güvenilirliği ve medya hakkında bildiğim her şeye bakıldığında Paris’te Fransız devlet mercileri ve medya tarafından resmi olarak bildirilmiş olduğumuz bütün olayların gerçekleşmiş olduğuna inanmam için ciddi bir sebep bulamadım.
Batıda veya Batı için önemli olan yakın veya uzak geçmişteki herhangi önemli olaya bakarsak az çabayla ve keskin kavrayışla bütün bu olayları mutlaka birbirine bağlayanın, yüksek oranda ikiyüzlülük olduğunu görürüz. Durum böyleyse ki böyledir, bu olayın tam olarak söyledikleri gibi olduğuna niye inanalım?
Son dönemde ikiyüzlülükle beraber yaşanan kibirlilik o kadar gaddar olmaya başlıyor ki açık sorulara, çelişki ne kadar besbelli olsa da, cevap vermeye ihtiyaç duymaz oldu.
Saldırıdan sonraki ilk günlerde görülen video kayıtlarında Paris’teki saldırının gizli servislere özgü profesyonel yönetmenlikle gerçekleştirildiğine işaret eden birçok detay bulunuyor. Kimin yönetmenliğiyle ve kimin için gerçekleştiğini anlamak için, başka önemli olaylarda da olduğu gibi, araştırmak gerekecektir.
On iki kişiyi öldürüp kaçmayı başaran yüksek eğitimli teröristin olay yerinde kimliğini unutması tuhaf değil mi?
Medyanın, saldırıda katledilen on iki kişinin cesetlerin videolarını veya resimlerini neden göstermedikleri sorusunu göz arda etmemek gerekmektedir.
Biz Müslümanlar için kamuya sızan bütün bu bilgiler, suç hakkında ilk görüşümüz için yüksek önem taşımamakta çünkü hangi taraftan gerçekleşse gerçekleşsin saldırı, ilahi prensipler ihlaliyle gerçekleşir ki ciddi endişe uyandırıcı bir durumdur. Bu saldırı bireylerin yaptığı kanlı suikast ise, Fransa pasaportlu vatandaşların işi ise Fransa’nın yetkili mercilerinin, doğruyu bulmak ve tüm zarar görenler için bu olayı açığa kavuşturma sorumluluğu üstlenmek zorundadır. Söz konusu terörizm ise o zaman yukarıda değindiğimiz faktografiden birkaç bilgi, olayın belki de Müslümanların dışında, daha doğrusu perde arkasında bugünlerde en sesli olanların olduğu terörizm olduğunu gösterir. Durum gerçekten böyleyse korkunçtur!
DAİŞ veya El-Kaide
İlk haber, DAİŞ örgütlerinin temsilcilerinin Paris’teki saldırıyı üstlendikleriydi ve böylece dairenin kapandığı ve suçlu hakkında cevap alındı gibi görünüyordu. Sadece birkaç gün sonra ki bir şekilde trajikomik oluyor, El-Kaide’nin Yemen kolunun temsilcilerinden birinin bu örgüt adına Paris’teki saldırı sorumluluğunu üstlendiği video kayıtlı bir haber aldık. Bu iki örgütün arasındaki ilişkiyi bilenler bu iki örgütün ortak olarak bu saldırıyı gerçekleşmiş olabileceğinden şüphe bile edemez çünkü bu iki örgütün arasında uzun zamandır açık bir düşmanlık devam etmektedir. İki taraflı sorumluluk üstlenmesi ne kadar ciddi ve ne kadar geçerli, kimin işine yarayacak ve bütün bunlar nasıl temizlenecek sorusuna netlikle cevap verilemez. En ilkel adalet sisteminde bile bu iki tarafı aynı suç eylemi için birleştiremeyeceğimize rahatlıkla kanaat getirebiliriz. Bu terörün birilerin çıkarı ve küresel düzeyde olduğu besbellidir. Halka, Müslümanlara, farklı görüşe sahip olan bireylere ve toplumlara ve de tüm ilahi prensiplere karşı terör asla Müslümanların çıkarına değildir.
Hala DAİŞ mi yoksa El-Kaide mi sorusu açıktır. İkisi beraber değilse belki biri veya diğeridir, belki de hiçbiri değildir. Her durumda bu “belki” hem gerçek hem yanlıştır.
Komiserin intiharı
Paris saldırısından sadece birkaç gün sonra bu saldırının araştırılması için görevlendirilen Herlic Fredou adlı polis komiserinin kendi ofisinde aniden intihar ettiği haberi okudum. Kısa ve önemsiz olarak yayınlanan haberde bu olay, komiser Fredou’nun uzun zamandır kronik depresyon hastası olduğu öne sürülerek açıklandı. Söylentilere göre gördüğünü tahammül edemeyip kendine kıyan, kronik depresyon hastası olan komiserin en korkunç terör saldırısının araştırılmasıyla görevlendirilmiş olmasını kabul ederek algıyı bu kadar alçaltmak mümkün müdür? Bu haber, kamuoyuna çıkması için bilerek oluşturulmuş olarak sızdı ve olayın gerçekten intihar mı yoksa Avrupai batılı görüşler içinde Müslümanlara karşı bu histerik kampanyaya karşı çıkanların taciz edilmesi için kararlı bir tehdit mi kesin teyit olmamış. Ancak böyle bir tehdit ise islamofobiler kendi toplumu içerisinde karşı olanları bile bağışlayamayacaklarından dolayı Avrupa’daki Müslümanlara, tüm Avrupa’daki halka karşı teröre yol açardı. Fredou’nun gerçekten gördüklerine veya bir şey hiç görüp görmediğine veya da üstündekilerinin istemediği şekilde görüp görmediğine hiç cevap alıp alamayacağımızı bilemem.
Birçok milyonluk tiraj
Peygamber Muhammed’in (as) karikatürünü yaparak Müslümanların duygularına hakaret ettikleri için on iki iş arkadaşının gaddarca öldürüldükten sonra Charlie Hebdo dergisinin editörünün kendini nasıl hissettiğini tahmin etmek mümkün mü? Gaddar teröristlere karşı çıkarak trajediden sonra ilk sayının kapak sayfasında Allah’ın peygamberinin karikatürünü yayınlayarak dünyada bir buçuk milyar Müslümanın olumsuz duygularını kışkırtacak kadar cesaret toplamayı başaran bu adam hangi malzemeden ibarettir? Herhangi bir özgür düşünceli insanın öyle bir ihtimale inanmasını beklemek fazla olur. Gerçi Charlie Hebdo dergisinin editörü basın toplantısında ağlayarak yeni sayının kapak sayfasının nasıl olacağını açıkladı. Hangi gözyaşı söz konusu acaba?!
Bu kanlı oyunun etkisi, çağdaş dünyada her basılı medyanın tirajı 30.000 den 5.000.000 e çıkması olan rüyasının gerçekleşmesidir. Kulağa her ne kadar salakça gelse de benim özgür düşüncem bu kanlı tiyatro dramının çağdaşı olduğum etkisinden uzaklaşmama izin vermiyor.
Halk ve diğerleri
İmparatorluğun kendi sınırlarını, halkını ve sanatını korumaktadır Roma İmparatorluğunun temel yazılı özelliklerinden biridir. Roma halkı olmayanlarla kıyasla imparatorluğun halkının önceliği olduğu geniş sınırlı ve çok etnikli halklı imparatorluğunun küresel düzenleyiciydi. Ancak iç düzenleyici, belli hakları garantisi olan hür Roma halkı ve aynı hak garantisi olmayan, daha doğrusu hiç hakkı olmayan, Roma halkının mülkiyetinde imparatorluğun bir parçası olan köle olmak üzere kendine özgü sınıf ayırımıydı. Legal olan ayrımcılığın bu türünün, kronolojik olarak orta çağa kadar varlığını sürdüren bir antik imparatorluk için mantıklı olduğu kabul edilebilir. Ancak eşitlik, demokrasi ve insan haklarına dair hikâyelerle kaynayan bugünün sözlü parıltısının daha derine bakarsak batı uygarlığın roma öncüsünden çok fazla ilerlemediğini görürüz. Bize bunu Paris’teki kanlı saldırısına tepkiler gaddarca hatırlatıyor. Paris’te birçok devlet adamlarının önderliğinde gerçekleşen milyon kişilik protesto yürüyüşü ve gelişmiş dünyanın terörizme karşı hemen hemen fikir birliğiyle oluşan kararlılığı, sadece yüzeysel olarak olaya bakanlar için fanatik terörün tehdidi önünde kendini bırakmama etik değeri olarak görünebilir. Aynı bu batı dünyasının katılımıyla veya izniyle ve tanıklığıyla aynı gün Yemen’de otuzdan fazla çocuk öldürülmeseydi, sadece birkaç gün önce Pakistan’da yüzden fazla çocuk öldürülmeseydi, son birkaç senede Irak ve Suriye’de milyondan fazla insan öldürülmeseydi ve yakın tarihine kadar Filistin’de Gazze’de çocuk ve suçsuz insanlar öldürülmeseydi belki buna inanılırdı. Orta Afrika ve Myanmar’da sadece Müslüman oldukları için binlerce insan öldürülüyor. Biz ama bu suçsuz kurbanlarla empatiyi değil hiçbir protesto sesini bile duymadık.
İkiyüzlülük Batının dominant ideolojisi olarak yer alırsa varlığını sürdürebilmesi için bütün bu güçlü medya, ekonomi ve asker araçları yetmeyecektir.
Sırada kim var
Böyle saldırıların kilit etkilerinden biri, İslam’a ve Müslümanlara karşı geniş cephenin açılması için uygun bir ortamın oluşturulmasıdır. Bu tip olaylardan sonra da etki, kesinlikle Orta Doğu’da bulunan Müslüman ülkelerinden birinin, özellikle neft veya başka enerjiyle dolu bölgede bulunuyorsa, yok edilmesine ihtiyacın oluşturulmasıdır.
Paris’teki Charlie Hebdo dergisine saldırıdan sonra terörizme karşı gereken acımasız savaş bahanesiyle Müslüman ülkelerinde askeri müdahalelere Fransız silahlı güçlerinin katılımına karşı Fransa’da muhalefet hemen hemen hiç olmayacaktır.
Bu mantığa göre buna benzer terör eylemlerinin büyük ihtimalle Roma veya Berlin’in olacağını tahmin etmek zor olmaz.
Resulullah’ın a.s karikatürünün etik ve ruhani arkası
Muhammed (as), ashaplarının tepki vermelerine izin vermeyerek müşriklerden birinin yaptığı en ağır hakarete şöyle demiş: “Bırakın, o kendi hakkında konuşuyor.” İslam’a göre Resulullah (sav) şefaat sahibidir – tüm müminleri korur. Bu, özel koruma gücü olmaktadır. Bu demek oluyor ki onun bizim korumamıza ihtiyacı yoktur. Yüce Allah Kur’an-i Kerim’i koruyacağına garanti vermiş. Sahih hadise göre Muhammed a.s. yaşayan Kur’an’dır ve bundan dolayı Allah’ın garantisi onun için de geçerlidir.
Allah’ın en sevdiği varlığa ve yaptıklarına hakaret etmek için yapılan karikatür, ruhani ve etik yanılmaların karanlığında gezinerek farkında olmadan kendi çirkin yüzlerini çizen karikatürcülerin ruhlarının kötü resimlerini ifade etmektedir.
Ben niye Charlie Hebdo değilim ve olamam
Bazı olayları göstermek amacıyla hicvin tanıdık ve kabul edilmiş sanat formu olmasına rağmen İslam, her kim olursa olsun hakaret etmeme izin vermez. Tam tersine diğerlere bu hitap şeklini kullanmamı kesinlikle yasaklamakta. Bu anlamda Kur’an’da şöyle yazar: “Allah’tan başkasına dua edenlere sövmeyin, aksi halde ilimleri olmadan, haddi aşarak Allah’a söverler.”
Bu veya buna benzer bir derginin karikatürle bir sosyal veya moral anomaliyi gösterdiğini anlasam da en büyük düşmanlarının bile hakaret etmek değil, yorum yapmak için bile sebep bulamadıkları Allah’ın son peygamberi Muhammed’e (sav) ve onun yaptıklarına hakaret etmeyi hangi bahaneyle yaptıklarını hiç anlamam.
Paris’teki sözde İslam terörizmi bahanesiyle İslam’a ve Müslümanlara karşı histerik kışkırtmanın açık, ama daha az önemi taşıyan hedefi, “Hepimiz Charlie Hebdo’yuz” deyimini öne çıkartarak az sayıdaki varlığını sürdürmeye devam eden özgür görüşlü, özellikle cesur Müslümanların hızlı bilincini eğitme ve köleleştirme eylemidir. Ancak “Hepimiz Charlie Hebdo’yuz” çağrısının ana hedefi, olayın fiilen suikast değil, terör olarak nitelendirilmesi için yasal meşrulaşmaya ulaşmaktı. Bu demek oluyor ki hepimiz Charlie Hebdo olursak saldırı, birine “bir şey” yapan birine karşı değil, kitle olarak Charlie Hebdo olmuş olan bize yönelik olur. Görülmez kışkırtma altında korkudan veya düşünmeden hareket etmekten veya da oluşabilecek intikamın kötülüğünü azaltma isteğinden olsun Müslümanların çoğu “Ben Charlie” deyimine dahil oldu. Bunun sonucunda Paris’teki terör eylemini suçlamak olacaktı. Ancak öyle olsa da aynı zamanda bu derginin sürekli yaydığı dine küfretmeye, kutsallığa saygısızlığa ve Allah’a hakarete destek olmuş oldu.
Bu yüzden ben Charlie Hebdo değilim, olmam ve katiyen olamam. Çünkü kimseye hakaret etmem ve nefrete yol açamam.
Kötü tiyatro oyunu
Bir tiyatro sahnesinde kanın döküldüğünü hayatımda sadece bir kez gördüm. O sahne, Hitler’in yönetimi altında, sözde sihirbazın, bir adamı testereyle ikiye böldüğü bir tiyatro hakkında bir filmdeydi. Böylece her oyunda canlandırıcıya (animatöre) karşı hayranlık duyan seyircilerin alkışlarıyla birer insan ikiye kesilirdi. Bir tiyatroda kanın gerçekten döküldüğünü bundan başka hiç bilmiyordum.
Paris’teki bütün yaşananlar bir tiyatro oyunuysa çok kötü yönetildi ve daha da kötü bir biçimde oynandı.
Sancak Müftüsü Muamer ef. Zukorlic